Müellif: Akşehirli Mustafa
Dergi: Beyânülhak
Tarih: 7 Şaban 1330
2- Mevzubahis olan eser-i mezbûrda muârızımızın sözlerinde hakk ve hakikate muvâfık hiçbir delîl veya davâya tesâdüf edemediğimizden muârızımızın iddiâ-yı hakşinâsîliğindeki tekîdât ve teklîfâtına rağmen delîllerinin pek çoğunu bir mahâret-i kâmile ile yazılmış egâlît-i avâm-firîbâne veyahut pesendâne olmak üzere telakkî ederiz.
Sırası geldikçe bunlara tamamen işâret edileceğinden şimdilik yalnız bir tenbîh olmak üzere kârilerimizin nazar-ı dikkatlerini celb ile iktifâ ederiz. Muârızlarımızla tam bir mübâhase-i mütekâbile edebilmek ancak mukâbele bi’l-misl yani mugâlata ile mümkün olabilir ise de mevkiʿ-i mahsûsunda hâl-i zarûrete münhasır olan tarîk-i mezkûr ile uzun uzadıya uğraşmak meslek ve maksadımıza muvâfık olmamakla beraber hakikat hususunda ve erbâb-ı fazîlet nezdinde hiçbir kıymet ve ehemmiyeti olmayacağı gibi ancak hâl-i zarûret ve mukâbelede dahî “البادى أظلم” düstûruna istinât edebileceği erbâbına hafî değildir.
Her ne ise bizim îrâd edeceğimiz delâil-i hakikiyye ve berâhîn-i yakîniyye akıl ve mantık miyârıyla mukâyese edilerek îrâd ve muârızlarımıza tefhîm hususunda dahî son derece itinâ ile îzâh-ı hakikat edeceğiz.
3- Esâs-ı bahse şürûʿ olunmazdan evvel vech-i mevʿûd üzere aşağıda istimâli ehemm olan bazı elfâzın meʿânî-yi hakikiyye-i matlûbelerini îzâh ve beyân etmek îcâp eder idiyse de mevâziʿ-i mahsûsasına taʿlîkan ve tatvîl ve imlâlden hazeran şimdilik îrâdından sarf-ı nazar olunmuştur.
Muârızlarımızın sözlerinden mevzubahis ve münâkaşa edeceğimiz sözler tamamen mûʿterize içine alınacaktır. Ve nihâyetinde kitabın sahîfesine ve îcâbına göre satrına da erkâmla işâret vazʿ olunacaktır. Ve bu hususta küçük veya büyük mevzubahis edeceğimiz mütâlaât umûm numaraya tâbi olarak erkâmla işâret olunacaktır.
4- Hakikat! Hakâyık-ı kudsiyye-i Kurʾâniyyeden olan “وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ” el-âyet nazm-ı celîlinin tecellîgâhı olan ve eser-i maʿhûdun serâpâ bu nazm-ı celîle mâsadak olduğu ber-vech-i âtî delâil-i hakikiyye-i katʿiyyeye müsteniden erbâb-ı îkân ve ashâb-ı iman nezdînde tam manâsıyla tecellî edeceği cihetle nazar-ı dikkat ve ibretle takîp eylemeleri bilhâssa rica olunur.
Nazm-ı celîlin hâsıl-ı manâsı cânib-i akdes-i ilâhîden olmayan kitaplarda birçok çürük ve bozuk sözler bulunur demektir ki eser-i maʿhûdun tam bu sırr-ı celîle mazhar olduğunu kemâl-i adl ve insâf ve fikr-i bî-taraf ile muhâkeme eden zevât katiyen yakînen anlayacaklardır.
5- Şerîat nazarında “iman” zarûrât-ı dîniyyeden olan şeylerin kâffesine inanmak olduğu gibi “küfür” de zarûrât-ı dîniyyeden olan şeylerden velev birisini olsun inkâr etmekle olur. Zarûrât-ı dîniyye demek, Hazreti Peygamber Aleyhisselâm’ın Cânib-i Celîl-i ilâhîden bize haber verdiği şeylerin gayr-i kâbil-i tevîl olanları demektir. Şimdi bir meseleyi Hazreti Peygamber bize haber verdiği yakînen malûm olur. Ve manâ-yı matlûba delâleti de vâzıh ve âşikâr olursa bunlar zarûrât-ı dîniyyeden olup bunlardan velev bir meselesini inkâr edenler şerʿan tekfîr olunur.
Şimdi biz bu esâsa binâen, meselâ Cenâb-ı Hakk’ın vahdâniyyetini inkâr eden veya Hazreti Peygamber’in risâletini veyahut enbiyâ-yı kirâm aleyhim es-salâtü vesselâm hazerâtından birini veyahut kütüb-i ilâhiyyeden birini inkâr eden kimseleri tekfîr ederiz.
Ve bizim bu tekfîrle muradımız milel-i gayrimüslimeyi tahkîr veya onlara tecâvüz olmayıp belki kendi ihvân-ı dînimiz olan Müslümanları sû-i akîdeden himâye ve sıyânet etmektir. Bu manaya olan küfür, dînsizliğe şâmil olduğu gibi zarûrât-ı dîniyyemizden olan bazı mesâili inkâr edenlere de şâmildir ki hülâsa küfür demek şerîat nazarında dînsizlik manasına hâs değildir. Binâenaleyh, Teslîs itikâdında olanlara biz dînsiz demeyiz. Belki zarûrât-ı dîniyyeden olan bazı muʿtekadâtı inkâr ederler deriz. Onlar da tabîî bunu kabul ederler.
Harpûtîzâde Akşehirli Mustafa
Hazırlayan : Ömer Faruk Güneş
Editör: Muhammed Salih Yıldız
Link: https://isamveri.org/pdfosm/D00524/1328_168/1328_168_MUSTAFA.pdf