Dergi: Mahfil
Tarih: 1339 Receb
Müellif: Tâhirü’l-Mevlevî
İçinde bulunduğumuz mübârek ayın ismi olan Receb esâsen bir nesneden bilmekleyüp korkmak ve utanmak ve bir kimseden heybetlenip yani gözüne pek büyük ve mühîb görünmekle ona taʿzîm ve tebcîl eylemek mânâsınadır. Ve Receb eşhur-i isnâ aşereden şehr-i maʿrûf ismidir ki mânâ-yı mezbûrdan meʾhûzdur. Zira cahiliyette ona pek tazim ederlerdi.
Yine aynı maddeden müştak olan tercîb ise “Receb ayında kurban kesmek” mânâsınadır ki cahiliyette şehr-i mezbûrda esnâmlar için zebh-i karâbîn ederler idi. Keza hakikaten Receb müşrikîn-i Arab’ın mukaddes bir ayı idi. Bilhassa Mudar kabilesi ve ona tebeʿan kabâil-i sâʾireden Receb’de oruç tutanlar bulunduğu gibi bunun ʿaşere-i ûlâ içinde putların maʿbedlerini ziyarete giderler, putlar namına kurban keserler, bu yolda kesilen kurbana da (ʿıtr) ve (ʿatîre) derlerdi.
Kāmûs mütercimi diyor ki: “el-ʿItr, ayının kesriyle, kâfirler perestiş ettikleri puta denir. Sanem manasına ve mutlaka zebh olunacak hayvana denir ve şol koyuna denir ki cahiliyette müşrikûn-ı Arab perestiş eyledikleri esnâm için kurban ederler idi. Şârih Receb’e tahsis eylemiştir. el-ʿAtîre: sefîne vezninde bu dahi ehl-i cahiliyetin esnâmları için zebh eyledikleri koyuna denir.”
Müzeyne kabilesinin Nühm ismindeki putunun sâdini yani kayyimi bulunan Abdullah b. Muğaffel Hazretleri ʿatîre olmak üzede mâhud puta kurban keseceği sırada aklı başına gelip putu kırmış ve huzûr-ı Peygamberîye dehâletle Müslüman olarak:
ذَهَبْتُ إِلٰٖى نُهُمِ لِأَذْبَحَ عِنْدَهُ عَتِیرَةَ نُسُكٍ كَالَّذِي كُنْتُ أَفْعَلُ
فَقُلْتُ لِنَفْسِي حِینَ رَاجَعْتُ حَزْمَهَا أَهٰذَا إِلٰهٌ أَبْكَمُ لَيْسَ يَعْقِلُ
أَتَيْتُ فَدِينِي الْيَوْمَ دِينُ مُحَمَّدٍ إِلٰهُ السَّمَاءِ الْمَاجِدُ الْمُتَفَضِّلُ
Beyitlerini söylemişti ki;
“Nühm’ün yanına gittim. Her vakit ki gibi ona kurban kesecektim. Fakat aklım başıma geldi. Kendi kendime böyle dilsiz ve akılsız mabud olur mu? dedim. Sonra kalkıp huzûr-ı Peygamberîye geldim. Artık bugünkü dinim Dîn-i Muhammeddir. Hâliku’s-semâ ve mâcid-i zü’l-atâ olan zât-ı ecelli e‘lâda mabudumdur” mealindedir.
Buhârî-yi şerîfin cüzʾ-i hâmisinde Ebû Hüreyre’den (r.a) mervî olmak üzere mezkûr bulunan لَا فَرَعَ وَلَا عَتِيرَةَ yani “Müslümanlıkta feraʿ de yoktur ʿatîre de” hadis-i şerîfiyle bu âdet-i câhiliyye ilga edildi.
“el-Feraʿ: Fethateyn ile nâkanın yahut koyunun ve keçinin en evvel doğurduğu yavrusuna denir. Câhiliyede onu sanemlerine kurban ederlerdi ve minhu’l-hadîs لَا فَرَعَ وَلَا عَتِيرَةَ ve bazıları indinde câhiliyeden birinin devesi yüz mehâra bâliğ olunca bir genç ve âlâ devesini sanemine kurban ederdi. Feraʿ dedikleri ol kurban eyledikleri devedir. Mukaddemâ ehl-i İslâm dahi ol minval üzere birini zebh eder olup baʿdehû nesh ve nehy sadır olmakla feragat ettiler.” Kāmûs tercümesi.
Malumdur ki Arab-ı câhiliyye; Receb, Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem aylarını (Eşhur-i Hurum) namıyla mukaddes tutar ve onların zarfında cidâl ve kıtâli fısk ve fücur sayardı. Bu şuhûr-i muharremeden tek bulunan Receb ferd, mütevâlî olan diğer üç aya serd sıfatı verildiği gibi Receb ayı mükrimü’l-eʾimme vezninde munsılü’l-esinne, esabb ve esamm vasıflarını da alırdı. Çünkü Receb’in hulûlü mızrakların temerrününü çıkarır ve eldeki silahları döker, yani bıraktırırdı. Kezâ Receb ayının kulakları sağır addedilmişti. Zira içinde istimdâd ve istiʿâneyi mûcib bir hareket vuku memnuʿ idi. Eşhur-i hurumda harp etmenin memnûʿiyeti İbrahim İsmail aleyhimâ’s-selâm devrinden beri câri olup hem ehl-i Mekke’nin teʾmîn-i maʿîşeti hem de huccâc ve züvvâr-ı vâridînin selâmeti hikmetine mübtenî idi. Zilkaʿde, Zilhicce ve Muharrem aylarında kıtâl olmayacağı için bilâd-ı Arab’ın en uzaklarından bile hacılar sâlimen gelirler ve baʿde’l-hacc âminen dönerlerdi. Receb ayında kıtâl memnu bulunduğundan umre[1] yapmak isteyenler; erkân-ı umreyi selâmetle îfâ ve avdet ederlerdi.
Eşhur-i hurumun hürmeti; bidâyet-i İslâm’da da merʾî ve muteber idi. Hatta Receb içinde düşmanla çarpışan ilk defa olmak üzere ganimet alan Abdullah bin Cahş ile kahraman arkadaşları; taraf-ı Nebevî’den “Ben size şehr-i haram dâhilinde harb ediniz dememiştim” itâbına uğradı. Lâkin bunun üzerine sûre-yi Bakara’daki
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللَّهِ وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ
Yani “Habibim! Sana şehr-i haramda mukātele edilip edilmeyeceğinden sual ediyorlar. De ki: şehr-i haramda mukātele büyük bir şeydir. Erbâb-ı istiʿdâdı İslâm’dan menetmek, Allah’a kâfir ve ziyâret-i Mescid-i Harâm’a mâni olmak, Mekke ahalisinden bulunan Müslümanları memleketlerinden çıkarmak ise ʿind-i ilâhîde şehr-i haramdaki mukāteleden büyüktür. Allah’a şirk koşmak da kıtâlden eşdd ve ekberdir.” mealindeki âyetler nâzil oldu. Daha sonra da tecavüze maruz kalan Müslümanların her zaman ve mekânda müdafaada bulunmalarına müsaade buyuruldu.
Receb’in beyne’l-müslimîn diğer bir cihetten de hürmeti vardır ki ahâlîde itibarı umûmîye göre cevher-i Muhammedî sulb-i pederden meşîme-yi mâdere intikal etmiş[2] ve muʿcize-yi celile-yi isrâ; yine bu şehr-i muhterem zarfında vukua gelmiştir. Bu münasebetle ehl-i İslâm; Receb’in ilk Cuma gecesiyle yirmi yedinci leyle-yi mübârekesini kandil gecesi diye tesʿîd eder.[3]
Medîne-yi Münevvere ahâlîsi; Receb’in 12. gecesi Cebel-i Uhud’a gider ve Hazret-i Hamza ile şühedâ-yı sâirenin kabirlerini ziyaret eder. Yine Medîne-yi Münevvere’ye bu ay zarfında ve Recebiyye nâmıyla Mekke’den ve sâir bilâd-ı Arab’dan birçok zâir gelerek ziyaret-i seniyye-i Nebeviyye ile şâd-kâm olur.[4]
İstanbul ve sâir Memâlik-i Osmâniye’de Receb ile onu takip eyleyen Şaban ve Ramazan ayları üç aylar ʿunvân-ı taʿzîmi verilir, hatta bazı etfâl o şuhûr-i mübâreke esâmîsiyle tesmiye edilir.
Receb Paşa, Şeyh Şâbân-ı Velî, Ramazanoğulları gibi isimler Müslüman Türklerin bu aylara olan fart-ı taʿzîmini gösterir.
Belki hâlâ vardır; yakın zamanlara kadar erbâb-ı salâh Receb girince oruç tutmaya başlayıp hulûl-i Şevvâl’e kadar sâʾim bulunurdu.
Ramazan’ın müjdecisi addolunan bu ay ibtidâsında talebe-yi ʿulûmun câmi dersleri kesilirdi. Mollalar, Rumeli ve Anadolu kurâsına giderek vaʿz u nasihatte bulunur, köylüler tarafından da onlara nakden ve zahîraten yardım olunurdu ki beyne’t-tullâb bu seferlere “cerre gitmek” denilirdi. Toplanılan nukūd ve erzâk ise talebenin tahsile avdeti esnasında sermaye-yi ekvâti olurdu. Çünkü imaretlerden ancak fudla ile çorba, bir de perşembe günleri pilav, zerde verilirdi. Bunlar ise şüphesiz genç bir adamın iʿâşesine kâfi değildi.
Son zamanlara kadar Şaban’ın on beşinci günü yapılan Surre-yi Hümâyûn Alayı da mukaddemâ bu ayın on ikisinde icrâ olunurdu.
* Reyhan Dergisi‘nden alınmıştır.
Hazırlayan: Abdüssettar Elif
[1] Umre: Meʿa’l-ihrâm tavaf ile saʿyden ibaret bir küçük hacdır ki onda Arafat’a çıkmak ve Müzdelife’ye inmek ve Mina’ya gelip cemre yapmak yoktur. İhrâm ve tavaf ve saʿyden ibaret üç şey ile vücûda gelir. Tıraş olmak veya saçından kırpmak ile hitâm bulur. el-Muhtesarat Hacı Zihni Efendi merhum.
[2] Kavl-i meşhûra göre Cenâb-ı Abdullah’ın zifafı ve mâye-yi kudsiyye-yi Ahmediyye’nin Hazret-i Âmine’ye intikali hac mevsiminde vuku bulmuştu. Fakat Araplarca mutat Nesî usûlünden dolayı o seneki hac, Zilhicce’de değil Cumâdelahîra’da icrâ olunmuştu. Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz’in 12 Rebiyyülevvel’de ve tam 9 aylık tevellüd etmiş olmasına binaen leyle-yi Regâʾib’in Recep ayında değil; Cumâdelahîra zarfında olması lazım gelir. Diğer taraftan leyle-yi Regâʾib’in ʿatâya-yı kesîre-yi ilâhiyyenin (çünkü: Regâʾib; çok vergi demektir) zaman-ı zuhûru olduğundan dolayı o unvanı almış bulunduğuna dair rivâyetler de vardır. Hacı Zihni Efendi merhum Kitâbü’s-salât’ında der ki “O gecenin leyle-yi Regâʾib olması hakkında efvâh-ı ʿavâmda dâir ve sâir olan söz ki Seyyidü’l-kâinât aleyhi ezkâ’s-salât Efendimiz’in sulb-i pederden rahim-pâk-ı mâdere o gece nüzûl buyurmuş olmalarıdır, ʿaklen ve naklen bî-asıldır. Erbaʿîn-i Nevevî’nin hadîs-i hâmisi şerhinin evâhirinde Şeyh İsmail Hakkı kuddise sirruhû demiştir ki: Ol gecede husus üzere tecellî-yi efʿâl olup Cenâb-ı Sâhib-i Nübüvvet sallallâhu teʿâlâ ʿaleyhi ve sellem garka-yı nûr-i efʿâl olmakla şükranlillah on iki rekʿat salât-i Regâʾib kılmıştır. Regâʾib: Duhâ ve teheccüd namazları gibi nevâfildir. Ve ol geceye leyletü’r-Regâʾib demek lisân-ı melâʾike’den sâdır olmuştur. Nitekim İmam Nesefî’nin Yâkūta nâm kitabında musarrahtır.”
[3] Muʿcize-yi Miʿrâcı hâkî olmak üzere Osmanlı şâirleri tarafından birçok manzumeler yazılmıştır. Bunların en meşhuru Galata Mevlevihânesi Şeyhi olup 1142 tarihinde irtihâl eyleyen Nâyî Osman Dede’nin tanzim eylediği ve gayet mâhirâne bestelediği miʿrâciyyedir.
“Evvel Allah adını yad eyleriz * Dil dil olmuş kalbi âbâd eyleriz” beytiyle başlayan bu manzûme İstanbul’da Galata ve Yenikapı Mevlevihâneleriyle Sünbül Efendi Hângâhında ve Üsküdar’da Hazret-i Hüdâî Dergâhında merasim-i mahsûsa ile okunur. Esnâ-yı kırâatte huzzâr ve zuvvâra şeker, şerbet ve süt tevzîʿ olunur.
Manzûmenin her faslı iki miʿrâciyehân tarafından yek-âhenk olarak inşâd ve her beytin hitâm-ı neğamâtında kürsünün altındaki zâkirler tarafından “sallû ʿaleyh” vesâʾire makām-ı mahsûsuyla tekrar ederler. Vâ-esefâ ki manzûmenin her faslına ait nağamât; mazbût değildir. Bestesi muhafaza edilmiş olan birkaç fasıldır.
[4] Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz Hazretleri ziyaret için Receb’de gelen züvvâra Belde-yi Tâhire ahalisi Recebiyye derler ve hecîn ile geldikleri için rikāb tabir ederler.
Recebiyye’nin 23 Receb’de Medine’ye girmesi mutad olduğundan Medineliler o gün hâric-i beldeye çıkıp sancaklarıyla takım takım gelen ziyaretçileri karşılarlar. Zâirler dört gün Medine’de ikamet, 26 Receb’de Harem-i Şerîf-i Nebevî dâhilinde miʿrâciyye kırâat, leyle-yi Miʿrâc’da açık bulunan Harem-i Şerîf’te sabaha kadar ibadet eyledikten sonra 27 Receb’de yurtlarına müteveccihen yola çıkarlar.