Dergi : Beyanülhak
Tarih : 18 Temmuz 1327
Müellif : Ömer Nasuhi Bilmen
Cemiyet-i beşeriyyeyi teşkil eden efradın seviye-i irfanı, derece-i ilm ü kemali mütesavi olamayacağından her ferd kendinden ziyade haiz-i malumat olan zevatın ilm ü fazlından, vaʿz u nasihatinden istifadeye muhtaçtır. İnsanlar birçok ihtiyacata maruz olarak yaradılmışlardır; bunların bir kısmını ihtiyacat-ı maddiyye teşkil etmekte olduğu halde diğer bir kısm-ı mühimmini de ihtiyacat-ı maneviyye ve ruhiyye teşkil eder.
İnsanlar ihtiyacat-ı maddiyesinin istîfâsı hususunda her türlü meşâkk u mezahime tahammül ederek her türlü vesait-i meşruaya müracaat etmeye çalışır olduğu gibi ihtiyacat-ı maneviyye ve ruhiyyesini izale edebilmek için de birçok vesail-i ulviyyenin istihsaline mecburiyet hisseder.
İnsan bazen öyle bir ihtiyac-ı manevi ve vicdaniye maruz kalır ki bu ihtiyacın çare-i istîfâsını bulmadıkça kabil değil bir türlü rahat edemez; kalbi giriftar-ı ıztırab, gözleri girye-riz-i teessür olmadan kurtulamaz.
Zaten ihtiyaç bütün kâinat üzerinde hüküm-ferma olan bir kanun-ı lâ-yetegayyerden ibarettir. Âlem-i tabiatta hiçbir şeye tesadüf olunamaz ki şedid bir ihtiyacın taht-ı tesirinde bulunmasın: Elvah-ı tabiata, bedayi-i sermediyete dikkat edildikçe bütün eşyanın, bütün âsâr-ı mütenevvia-i kudretin birer ihtiyac-ı tabii içinde yaşamakta olduğu, istifa-yı ihtiyaç hususunda yekdiğerden istifade eylemekte bulunduğu müşahede olunur. Mesela: Semaya, o feza-yı lâ-yetenâhiye zinet-bahş olan seyyarata dikkat eder isek safahatı nurlandırmak, leyali-i muzlimeyi tenvire çalışmak hususunda sevâbit-i muzîeden istizâe-i letafet etmeye muhtaç olduklarını görürüz.
Latif bir baharın feyz-i nuranisiyle her türlü letaif-i münevvereyi haiz bulunan bir şükûfezâra çıkar, ağaçlara, çiçeklere, fevâkih-i gûnâgûne atf-ı nazar eyler isek bunların birçok şeye mesela: ecrâm-ı semaviyyenin neşreylediği zerrin zerrin ziyalara, hayat-ı uzviyyeyi temin eden leziz leziz sulara, kuva-yı inbatiyye-i araziye, mesai-i muttasıla-i beşeriyyeye arz-ı iftikar eylediğini müşahede etmiş oluruz.
İşte insanlar dahi mevcudat-ı hariciyyede görülen bu kadar ihtiyacat-ı maddiyyelerini ve gerek ihtiyacat-ı maneviyyelerini istifa için metin azm ile, lâ-yenkatıʿ bir metanetle, muttasıl bir saʿy ü gayretle bezl-i makderet eylemeye mecburdurlar.
İnsanlar maruz bulundukları ihtiyacat-ı maneviyyenin en büyük bir kısmını istifa etmek mesela: nuraniyet-i fikriyye ve tekemmülat-ı ahlakiyyeye nail olmak için heyet-i içtimaiyyenin en kıymetli, en nafi uzvunu teşkil eden ulema ve hükemaya muhtaçtır.
Evet her fert tenvir-i efkâra, tehzib-i ahlaka, terbiye-i ruha muvaffak olmak için ulemanın, erbab-ı fazl ve iktidarın sünuhât-ı ilmiyyesinden, musahabat-ı hakimanesinden nasibedâr-ı feyz olmak ihtiyacına maruzdur.
Dünyada hiçbir hastalık tasavvur olunamaz ki bir tabibi bulunmasın. Emraz-ı ahlakiyye ve içtimaiyyenin etıbbası ise -muzlim noktalar etrafında dolaşan gafilleri uyandırmak lütfunda bulunan- nüseha ve hükemadır.
Emraz-ı ruhiyyenin teşfiyesi hususunda bir nasıh-ı hakimin sözlerindeki tesir hiçbir şeyde mevcut değildir.
Latif latif bulutlardan serpilen yağmur kataratıyla tabiat faaliyete başladığı, elvah-ı zemin asar-ı rengarenk-i bahar ile kesb-i taravet eylediği, ağaçlar ezhar-ı mütenevvianın inkişafıyla cevherlere müstağrak olduğu gibi bir nasıh-ı hakimin, bir hatib-i hikmet-perverin ruh-nüvaz sözleriyle de müstemiinin ruhu inbisata gelir; hüceyrat-ı dimağiyyesi tenevvür eder, kuva-yı müfekkiresi tekemmül eyler. Ahlak-ı redîe ve efʿal-i gayr-i meşruasından eser kalmaz.
Zaten ahlakın kabil-i tebdil ve tehzib olduğu birçok ulema ve hükema tarafından kabul edilmiş bir hakikattir:
Hüsn-i ahlak ile kaimdir kemalat-ı beşer
Kabil-i tehzibdir her vechile ahlakımız
Müstaid kılmış bizi kesb-i kemal u hikmete
Herkesi bir feyze mazhar eyleyen Hallakımız
Lakin şu kadar var ki herkesin tehzib-i ahlaka çalışan, emraz-ı ruhiyyenin tedavisine kalkışan zevat bihakkın muktedir, bihakkın mütehassıs olmalıdır. Heyet-i içtimaiyyenin temayülat-ı zihniyyesini, ihtiyacat-ı dimağiyyesini teşhis ettikten sonra lazım gelen tedabir-i fenniyyeye tevessülde bulunmalıdır.
Nasih ve hatip unvan-ı mübecceli ol kimselere yakışır ki halim, beşuş, mehasin-i ahlakiyye ile mütehalli, müddeasını delail-i nakliyye ve ameliyye ile ispata muktedir olur, beşeriyetin maddi, manevi birçok terakkiyata muhtaç buluduğunu parlak bir surette ispat edecek bidaa-i ilmiyyeye malik bulunur. Sözlerinin ahenk-i latifanesiyle huzzarı kendine, kendi kuvve-i bedia-i nutkiyyesine meftun edecek bir fıtratta yaratılmış olduğunu ispat eder durur.
Bugün israiliyat ve hurafat ile, sathî hâyîde efkar ve mütalaat ile izaa-i enfas edecek kimselerin nasih ve hatip olmak şerefini haiz olamayacakları vareste-i beyandır.
Hutabâ ve nusahânın vazifesi: Milletin fikrini parlatmak, herkesi ahkam-ı diniyyeden, ahval-i medeniyye ve terbiye-i içtimaiyyeden haberdar eylemekten ibarettir.
Hususuyla bugün emraz-ı ahlakiyye teammüm etmiş; efkar-ı umumiyyede bir garip tahavvülat tecelli eylemiş olduğundan bu gibi ahval-i muzırranın daha ziyade tevsi-i daire-i sirayet etmesine mani olacak muktedir, mütefennin müessirü’l-kelâm hatiplere, vaizlere son derece ihtiyaç vardır.
Mamafih bir hatip, bir vaiz mensup olduğu mesleğin seviye-i fazl u irfanını gösterir bir miʿyar gibi telakki olunduğundan lazım gelen evsaf-ı bergüzideyi haiz bulunmayan kimselerin kürsü-i vaʿz u hitabete çıkmasına müsaade vermek kabil-i afv olamayacak nekayis-i içtimaiyyeden maʿduddur.
İşte şeref-hulülüyle bütün alem-i İslamiyeti nurlar içinde bırakan şuhur-ı selase münasebetiyle İstanbul’un, bir menba-ı feyz ve irfan olan şehr-i dilnişînin cevâmi-i şerifesinde icrâ-yı vaʿz u nasâihte bulunacak zevâtın bi-hakkın muktedir olmasına dikkat etmek, vaʿz u nasihat gibi vezâif-i mühimmeyi malumat-ı basîta ashâbının uhdesine tevdî eylememek lâzımdır. Binaenaleyh bu husûsta merci-i âlîsinin nazar-ı iʿtinâsını bütün müntesibîn-i ilmiyye nâmına celb eylerim.
Erzurumlu Ömer Nasuhi
Editör : Furkan Yalçınkaya
Link : https://isamveri.org/pdfosm/D00524/1327_121/1327_121_NASUHIO.pdf